Nasılsınız?
Nasılsınız?

Nasılsınız?

Alttan üstten sarsılıyoruz.

Eski kontratları bitirdik, yenilerini imzaladık. Bırakamadığımız ne varsa, tutunduğumuz, kendimizi tanımladığımız,

onsuz yaşayamam dediğimiz birer birer çekip alınıyor ya da bak

 

sana ne demiştim, bal gibi de yaşıyorsun, başka bir yol buluyorsun bulamam dediğin An’da, dedirtiyor Yüce sistem.

O zaman bağlanma…ne yerine, ne işine…sevdiklerine bile…Kaldıramayacakları anlamlar, misyonlar yükleme onlara.

Beklentisiz sevebiliyorsan sev. Onlar da senin gibi yolunu

 

bulmaya çalışıyor. Belki senin gibi uyanmadılar. Belki senin gibi ifade edemiyorlar. Oyunun içindeyiz diyemiyorlar.

Bu yaşamı tek zannediyorlar, alternatif evrenlerde kendilerinden

 

kimbilir kaç tane var bilmiyorlar. Ruh ölmez, beden, kostüm uçar gider dediğinde ölümden korkuyorlar belki ve sana öyle bakıyorlar.

 

Baksınlar. Seveceksen beklentisiz sev. Olduğu

 

gibi sev. Senaryondaki oyuncuları sen yazdın, öyleyse yazdığın senaryoya sahip çık. Yazarken kolay göründü belki de.

 

Ne var ki canım, ruhum bunu atlatacak kadar güçlü, hatta

 

şuraya bir ders daha ekleyeyim dedin. Bir öncekinde öğrenmemiştim çünkü. Ben yaparım dedin.

Dön bak şu An’da yaşanan geçmişine. Yaptın değil mi? En karanlık geceyi atlattın.

 

Ruhunun yaşadığı en karanlık geceden sabaha tek parça SEN olarak çıktın. Sen eski SEN değildin bunu sonra anladın belki de.

 

Değişmektesin…Boyut atlamaktasın. Uyumlanıyorsun. Huzursuz hissediyorsun. Korku ve endişe de var, kendini sorgulama da.

 

Her şeyin anlamsız gelmesi de. Daha önce zevk

 

verenlerin artık bir anlam ifade etmemesi. Benim neyim var, ne oluyor bana böyle diye panik yapma.

 

Sen bozuk bir makina değilsin. Kendini kendini onaran, kendi rehberliği  içinde gizli,

 

evrenleri dolaşıp gelmiş yıldız tohumusun. O zaman korkma…Onarılıyorsun, seviliyorsun, kollanıyorsun. 

 

Yeter ki inancını kaybetme, kalp yolundan ayrılma.

 

 

İşte zamanlar öyle zamanlar. Ne varsa o kara delikte saklı kalan, unuttuğun belki de, görmezden geldiğin,

 

yok artık acıtmıyor ki dediğin, şurada öylece dursun henüz bırakmaya  hazır değilim dediğin.


İşte öyle bir zaman. Hepsini döküyor sistem, hadi bakalım bu sefer ne yapacaksın diye. Yalnız bu sefer yine kara deliğe yollayamazsın, bu kapıdan geç 

 

 

İşte öyle bir zaman. Hepsini döküyor sistem, hadi bakalım bu sefer ne yapacaksın diye. Yalnız bu sefer yine kara deliğe yollayamazsın, bu kapıdan geçirmem seni diyor.

 

Zaman artık boşverdim gitti zamanı değil. Karmanı, dolanıklıklarını, ilişkilerini temizleme zamanı. Silme zamanı demiyorum çünkü silmek yok.  Ya da yargılama

 

demiyorum çünkü yargı yok. İyi-kötü, doğru-yanlış onların bulduğu kavramlar, hapishaneler.  Zaman bütün yargıları, yüklendiğin kat kat hırkaları atma zamanı.

 

Özgürleşmen için, arınman için bırakman gerek.
 

 

  Diz ağrılarınız nasıl bu aralar? Kilitleniyor mu o dizler, ağrıyor mu siz karar alamadıkça?   
 

  Neredeyim, ne yapıyorum diye sormadan, nefes almadan yürümeye çalıştıkça. Yolun ağzı darken yüklendiğiniz bütün yargılarınızla, çözümlenmemiş duygusal 

 

travmalarınız, arındırmadığınız Atasal dolanıklıklarınızla, onurlandırmadığınız Atalarınızla o dar geçitlerden geçemedikçe ağrıyor mu o dizler.      
   

  Uçurumun kenarında yürürken kaybedecek neyin var? At o zaman. Yoksa sen de düşeceksin aşağıya o yüklerle.
 

Baş ağrılarınız nasıl? Soldan soldan geliyor mu? Dişil tarafınızla barışık mısınız?  Onurlandırıyor musunuz dişiliğinizi.

Yoksa saklanmayı mı seçiyor dişil tarafınız, eril tarafınız mı baskın çıkıyor? İkisinin dengede, aşk içinde olması gerekirken.

 

Annenizle, anne atalarınızla aranız nasıl peki? Hala yargılıyor musunuz onları haddiniz olmadan?

Onurlandırıyor musunuz yaşayan ve şu an bu boyutta olmayan

ruhlarını. Teşekkür ediyor musunuz varlıklarına? Gaia’ya…Yıldız Anneye…
 

Sağdan gelen ağrılar peki? Babayla, Baba Atalarla aranız nasıl? Hala yargılıyor musunuz onları haddiniz olmadan?

 

Onurlandırıyor musunuz yaşayan ve şu an bu boyutta olmayan ruhlarını.

 

Teşekkür ediyor musunuz Güneş Babaya? Onurlandırıyor musunuz eril tarafınızı?

 

 Mideniz nasıl? Hazmedemedikleriniz, duygusal çatışmalarınız…saklanıyor mu orada…

 yediğiniz dokundu zannederken aslında hala affedemediğiniz, bırakamadığınız…şifalandıramadığınız neler var?

 

Değişime direniyor mu cildiniz? Kaşınıyor musunuz? Egzema çıkıyor mu? Korkuyor musunuz bazen belirsiz gibi durandan,

gelmekte olan değişimden. Akışa kendinizi bırakmaktan. Korkmayın, endişe etmeyin.

 

Size yazar gibi görünse de kendime de yazılmış bir mektuptur bu. Kıpır kıpır kıpırdayan içime, acaba diye sorgulayan, yaratıcı gücünü zaman zaman unutan sevgili

Ruhuma. Takım arkadaşlarıma, Meleklerime, Yüksek Benliğime, Gelecekte üstad olmuş olan Yüksek Benliklerime ve hatta diğer boyutlardaki BEN’lere güvenmeyi

 

unutan sevgili Ruhuma. Ve en önemlisi Yaratıcıya. İçimdeki ışık parçasına. Ne zaman unuttu ki beni? Ne zaman arkasını döndü, yalnız bıraktı? Biliyorum bu geçişte de

 

elimden tutuyor, rehberlik ediyor bana. O zaman korkmak niye, onun sevgisiyle sarılmak varken.❣

 

Mitakuye Oyasin - We are all ONE

 

Bu site, Sitesepeti güvencesi ile hazırlanmıştır. Copyright © 2014